..

EN BÜYÜK VAMPİR: İBLİS

Cover Image for EN BÜYÜK VAMPİR: İBLİS
xtechnology_logo
X Technology

İçerik Kategorisi:Araştırmalar

EN BÜYÜK VAMPİR: İBLİS

İblis(Lusifer) ve melekleri(!) şeytancıklar. Kullandığı birçok sembolden birisi de beş köşeli yıldız(pentagram): Keçi başı

(Lusifer) ve melekleri(!) şeytancıklar. Kullandığı birçok sembolden birisi de beş köşeli yıldız(pentagram): Keçi başı.

! İnsan kurban etme! Kan içme! Son yıllarda sıkça duyduğumuz haberler ve kelimeler.. İğrenerek ve utanarak okuduğumuz, tiksinti duyduğumuz bu haberler, insanlığa artık olağan, sıradan, hatta sevimli gelecek şekilde pompalanıyor. İnsanoğluna yakıştıramayacağımız bu iğrençlik için, insanlık tarihinin belli dönemlerine gönderme yapılarak; “ilk çağlarda olmuştur”, “orta çağ cehaletinin ürünüdür” gibi istisnalar yapılabilir.

Ancak son yıllarda yaygınlaşan bu insanlıktan sapmalar; hiç de sanıldığı gibi belli tarihsel dönemlere has olaylar değildir. Bilakis insanın yeryüzünde yaşama başladığı tarihten, günümüze yani; tarih öncesi dönemde de, ilk çağda da, yakın çağda da, milattan önce de, milattan sonra da bu vahşiliğin var olduğu ve devam ettiği bir vaka olarak ortadadır. Bu konuyu aydınlatan tarihi ve arkeolojik bulgular, her geçen gün birikmektedir. Birkaç on yıl öncesine kadar bu sapkınlıklar, toplum tarafından ayıplanan, kınanan davranışlardı. Bu tip insanlar, toplumsal baskıdan dolayı kendilerini gizler ve çekinirlerdi. Ancak son yıllarda şeytan çağrışımı yapan kılık, kıyafet, saç, aksesuarlar, inançlar ve davranışlar marjinal olmaktan çıkarak yaygınlaşmaktadır.

Kitaplar, dergiler, videolar, filmler, bilgisayar oyunları aracılığıyla; küçük yaşlardaki çocukları dahi etkileyecek boyutlardadır ve evlere kadar girmiştir. Bu konudaki toplumsal hassasiyet de gittikçe azaldı, hakaret sözcüğü olarak algılanan “vampir” teması, artık aşk filmleri ile insanların duygu dağarcıklarında yer alıyor, vampir filmlerindeki bol kanlı sahneler daha çok izleyici topluyor. Ayrıca kurtarıcı Mesih‘in(!), vampirler dünyasından çıkıp geleceğini bekleyen entellektüeller bile var.

Bu vahşi eylemlerin normal karşılanması, bu konularda yapılan filmlerin, yazılan kitapların, popüler hale gelmesi sizce ne anlama geliyor? Fıtrata aykırı bu vahşilik, insanlığın peşini neden bırakmıyor? İnsanoğlu bu iğrenç işleri niçin ve neden yapıyor? İnsanları, kim bu yola doğru sevk ediyor? Bu soruların cevaplarını düşünmeye ve bilmeye mecburuz.

ŞEYTAN: ADEM VE HAVVA’YI KANDIRDI

Şeytan, oradan o ikisini kaydırdı. Böylece içinde bulundukları o (cennetten), ikisini çıkardı. Biz de dedik ki: “Bazınız bazınıza düşman olarak (Arz’a) inin. Arz, sizin için karar yeridir ve bir vakte kadar da geçim vardır.”
[BAKARA(2)/36]

İnsan nesli; yeryüzünde yaşama başladığında; kendisinden daha önce yaratılmış, insan gibi sorumlu ve nefis sahibi cin-şeytanlar da yanı başlarında bulunmaktaydı. Liderleri ise, fiili kıyamete kadar yaşama iznine sahip; yani bu anlamda ölümsüz olan cin-İblis’ti. Kendisi melek boyutuna çıkarılmış-ödüllendirilmiş olan bu varlık, meleklerin saflığı karşısında, kendi aklını beğenerek, kibirlenmiş ve böylece Âdem’e saygı emrine muhalefet ederek; insanoğlunun ve Allah‘ın düşmanı olmuştur.

İblis‘in ve bugün “ruhsal hiyerarşi” diye yutturduğu ordusunun, insanlık tarihi kadar eski “kutsal(!) planı“; insanlığı Hak’tan saptırmak; böylece kendi yönetimi altına almaktır. Bu planı, nasıl gerçekleştireceğini, Kur’an‘dan biliyoruz. İblis şöyle diyor:

“Tuzak kuracağım”, “Sağlarından, sollarından, önlerinden ve arkalarından geleceğim”, “Yular takacağım”, “Sen’in(Allah’a hitap ediyor) muhlis kölelerin hariç, onların hepsini saptıracağım.

Allah, şöyle buyuruyor: “Şeytan insanın düşmanıdır”, “Şeytan insanların kalplerine vesvese verir, “Şeytan dostlarını korkutur”, “Şeytan fakirlikle korkutur”, “Şeytan, hayasızlığı emreder”, “Şeytan isyanı emreder”, “Şeytanlar aldatmak için yaldızlı laflar ederler”, “İnsanların bir kısmı cinlere sığınırlar”.

İşte İblis, bu şekilde insan davranışlarına yön vermek, insanı fıtratına ve yaratılış amacına aykırı fiillere sürüklemek için türlü hileler, entrikalar çevirmekte planlar kurmaktadır.

ŞEYTAN: DOSTLARINI KORKUTUR

Şüphesiz şeytan, dostlarını korkutur. Şayet müminlerseniz onlardan korkmayın, Ben’den korkun!
[AL-İ İMRAN(3)/175]

İnsanoğlu bireysel veya toplumsal olarak yaşanan acılar, hastalıklar, çaresizlikler, doğal felaketler, korkular ve ölümler sebebiyle; daima sığınacak bir şey aramıştır. İblis, insanların bu korkularını ve sığınma ihtiyaçlarını istismar ederek onları sayısız nesne-obje ve putlara yönlendirmektedir. Aynı zamanda insanı, sadece “Hak Yol”dan saptırmakla kalmıyor; Allah‘ın şerefli bir varlık olarak yarattığı Ademoğlu’nun, iğrenç fiilleri işlemesinden, insanlığın bu sufli durumlara düşmesinden de ayrıca zevk almaktadır.

Tarihe dönüp baktığınız zaman, o kaba, akıldışı putperestliğin, her çeşidinin arkasında, cin-şeytanlarının, “aldatıcı ve yalancı oyunları“nın yattığını açıkça görebilirsiniz. Gök cisimlerinin; Güneş, Ay, gezegenler, yıldızlar, sayısız nesne-obje putlar, mabetler ve türlü türlü büyücülük oyunları… Hepsinin arkasında saklanan aynı “varlıklar!” Bu oyun o derece komik ki; “put maskeli tanrılar“, kendilerine ve hizmetkarları olan ruhbanlara, kurbanlar boğazlatıyor, yemekler ikram ettiriyorlar, kan içirtiyorlar.

Vampirlik yapanlar, cin olan şeytanlardır. İnsanları kandırmak için yapamayacakları şey yoktur. Efendileri de İblis'tir

Vampirlik yapanlar, cin olan şeytanlardır. İnsanları kandırmak için yapamayacakları şey yoktur. Efendileri de İblis’tir.

VAMPİR YOK: ŞEYTANLAR VE İBLİS VAR

Kökü Sümerlere ve Babillere kadar uzanan vampir teması, İblis tarafından, insanları korkutma figürü olarak tarih boyunca kullanılmıştır. Vampirler; güneşe çıkamayan, yarasaya dönüşebilen, kalbine kazık saplanırsa ölen, göz renkleri değişebilen ve beklenmedik zamanda fark edemeyeceğiniz kadar hızlı ve bir o kadar da güçlü tepkiler veren, düşünce okuyabilen, ten ısıları sürekli değişen varlıklarmış. Güneş‘in batması ile birlikte, sözde dirilerek mezardan çıkarlar, insanlara saldırıp kanlarını emerler.

İblis, kendi fiziksel özelliklerini de bu temanın içine yerleştirerek, aslında cin-şeytanlara böyle bir rol vermiş ve yukarıdaki tablo ortaya çıkmıştır. Sözü edilen özelliklerde bir vampir, gerçek hayatta yoktur; ancak kan döken, kan içen ve canlıları vahşice boğazlatan şeytanlar ve onların yeminli efendisi vampir İblis vardır. Yeryüzünde, hayatın başlamasından itibaren, din maskeli ritüellerle öldürttüğü insan ve hayvanların hesabı yoktur. Öldürttüğü canlıların, kanları, kemikleri ve etleri ile beslendiği ise tarihi bir hakikattır.

İnsan vampir olmaz. Bu İblis'in sıradan bir yalanıdır. İnsanların kanını emen şeytanlar, şeytanlaştırdıkları insanları da kan emmeye alıştırıyorlar. İnsanları korkutmak için de vampir formunu kullanıyorlar.

İnsan vampir olmaz. Bu İblis’in sıradan bir yalanıdır. İnsanların kanını emen şeytanlar, şeytanlaştırdıkları insanları da kan emmeye alıştırıyorlar. İnsanları korkutmak için de “vampir formu”nu kullanıyorlar.

İBLİSLER’İN “KAN TUTKUSU”

İblis‘in ve kölelerinin bu kan tutkusu, kanı, gıda olarak kullanmalarından kaynaklanmaktadır. Bilindiği gibi kan, önemli miktarda besin maddeleri taşımaktadır. Vitaminlerin, enzimlerin ve hormonların; canlıların vücudunda gitmeleri gereken noktalara ulaşmalarını kan sağlamaktadır. Ayrıca kan plazmasında; ortalama 7-8 g/dL protein bulunur.

Cin-şeytanların; süt, su, kan, kemik iliği, balgam, sümük gibi sıvılarla beslendiklerine; et, kemik gibi katı gıdalardan da, bir nevi fotosentez yolu ile yararlandıklarına dair bilgi ve bulgular vardır. İnsanların kanına ve biyolojik sıvılarına ihtiyaçları olduğu; bu sıvıları, insanlardan elde edemezlerse, hayvanlardan temin ettikleri bir gerçektir.

Nitekim şeytanların, kendi yaşamlarını ve yurtlarını anlatan ve medyumlar aracılığıyla yazılan  Yolu”nda; dişi şeytanların haiz kanının; bitkiler ve kendileri için oldukça besleyici olduğu ballandırılarak anlatılır. Ayrıca, Peygamberimizin, “her haram olan şeyin; ölü eti, leş ve kanın, şeytanların yiyeceği olduğu” beyanı, sahih kaynaklarda yer almaktadır.

Şeytana tapınan Aztekler’in, insan kurban töreni.

Eski Yunan’da İlyada ve Hesiodos‘un kitaplarında; hayvan yağ ve kemiklerinin, tanrıların(!) hazır bulundukları törenlerde yakıldığı; tanrıların(!) kurban etlerinden, kanlarından ve yakılma sırasında yağlardan ve kemiklerden çıkan dumanlardan beslendikleri anlatılmaktadır. Yine Nuh’un, Gemi’den indiğinde kurbanlar kestiği ve yayılan kokulardan yararlanmak için tanrıların(şeytanların) toplandığı, Gılgamış Destanı’nda yer almaktadır. Bir başka coğrafyada benzer bir ritüel şöyle anlatılmıştır:

“Tanrılara(!) sunularda en önemli pay kanlı olanlardır. “Hat“yi (bir cin-şeytan) memnun etmek için kurbanın kanının bolca akması gerekmektedir. Kan fışkırınca, kupaların ve ayin nesnelerinin üzerine saçılması gerekir, din adamı taze kan sürüp ellerini kollarını kanla yıkar. Orada bulunanlar, Lashari tapınağındaki kanla dolu çukura elbiselerini batırırlar ve bu kutsal(!) elbiseleri sonra giyerler.”

Meksika’da Yucatan bölgesinde yaşamış olan Toltekler, inandıkları Güneş tanrısı(!) adına düzenli bir şekilde insan boğazlamışlardır. Kendisini “Güneş tanrısı(!)” olarak takdim eden İblis, bu zavallı insanları, insan kurban etmezlerse Güneş’in doğmayacağı palavrasıyla korkutmuştur.

Ritüel aynen şöyledir; kurban edilecek insanın göğsü obsidan denen camla ve bir bıçak ile yarılır, hala atmakta olan kalp dışarı çıkarılır. Burada amaç, tanrılarını(İblis’i) en sevdiği yiyecek olan insanın hayat kaynağı kalple besleyerek; Dünya’nın enerji kaynağı olan Güneş’in sürekli olarak doğmasını garantiye almaktır. İnsanları, alçakça kandırarak yapılan bu kan-kokulu beslenme törenleri, örnek dinsel davranış, tanrılara(!) gösterilebilecek en yüksek saygı olarak sunulmuştur.

Kuzey Zelenda'da 5.500 yıl önce kurban edilmiş bir kadın iskeleti ile Peru'da kurban edilmiş bir insan mumyası.

Kuzey Zelenda’da 5.500 yıl önce kurban edilmiş bir kadın iskeleti ile Peru’da kurban edilmiş bir insan mumyası.

KORKU VE BEDELİ: KAN

İblis, tarih boyunca insanları farklı olaylarla korkutmuştur. İlk çağlarda fırtınaların, şimşeklerin, rüzgarların, gök gürültüsü ve yıldırımların arkasına saklanıp; kendisini fırtına tanrısı(!), gök gürültüsü tanrısı(!), Ateş tanrısı(!) vs. safsataları ile lanse etmiştir. Doğal felaketlerle insanları korkutarak; onlardan kan talebinde bulunmuştur. Dünyanın her tarafında bu tip tapınmaların izlerine rastlamak halen mümkündür.

Endenozya Malakka Yarımadasındası‘nda yerleşik Semanglar, “Kari” adını verdikleri bir şeytan tarafından kandırılır. Bu şeytan, halkı, gökyüzünde oturduğuna, öfkelendiği zaman şimşekler ve yıldırımlar fırlattığına inandırarak; öyle korkutmuştur ki; fırtınalı bir havada törene tanık olan araştırmacı Schebesta, olayı kitabında ürpererek, şöyle anlatır:

“Bambu’dan bir bıçakla bacaklarını çizerek yere kan akıtırlar, daha sonra kanı dört yöne doğru serperler ve bağırmaya başlarlar; Haydi! Haydi! Haydi! Cezamı çekiyorum! Suçumu kabul ediyorum! Borcumu ödüyorum! Senin gürlemenden korkuyorum! Seni aldatmıyorum!”

Mitolojide en çok sözü edilen; eşleri, çocukları bol bol hikaye edilen Yunan tanrısı(!) baş şeytan Zeus’de; aynı yöntemi kullanmıştır. Yıldırımlar onun silahıdır. Şimşeğin çarptığı yerler, ona adanır. Sözde yağmuru, fırtınayı, üretkenliği kontrol eder. Kuraklık dönemlerinde, hava olaylarından kaynaklanan afetlerde, ona insanlar ve hayvanlar boğazlanarak sunulur. Güya akıtılan her kan; toprağın, suyun ve üremenin verimliliği için bir bedel, İblis‘in fısıldadığı korkular için bir kurtuluş reçetesi(!) ve gelecek için bir umut(!) olmuştur.

Araştırmamızın ilerleyen bölümlerinde, İblis‘in ve ona bağlı cin-şeytanların, oburluklarından, devamlı yiyecek ve kan taleplerinden; köle-yardımcıları olan şamanların, kahinlerin ve ruhbanların bile nasıl şikayetçi olduklarını göreceğiz.

TARİH ÖNCESİ DEVİRLER

Nepal'de Dankshinkali tapınağı.

Nepal’de Dankshinkali tapınağı.

Paleolitik çağla birlikte; insan ve hayvan öldürerek kanını içme, hayvan ve insan kafatası ve kemiklerinin biriktirilmesi gibi dini ritüellere, dünyanın her coğrafyasında rastlanmaktadır. Bu konuda; Uzak Doğu, Hint, Mezopotamya, Avrupa, Amerika, Afrika kıtası gibi tarih boyunca insan neslinin en etkin ve yoğun olarak yaşadığı bölgelerde; çok miktarda belgeler ve bulgular ortaya çıkarılmıştır.

Paleolitik çağa ait araştırmalarda, mağaralarda biriktirilmiş insan, hayvan kemikleri, içinden beyinleri alınmış kafatasları bulunmuş. Kemiklerin ve kafataslarının bu şekilde özel mağara odacıklarında saklanması, biriktirilmesi ve çokluğu araştırmacıları şaşırtmıştır.

İblis ve “ruhsal hiyerarşi” dediği ordusu, paleolitik çağ insanını; hayvanların kendisine özel güçler verilmiş insanlar olduğu yalanına ve insanın hayvana, hayvanın da insana dönüşebileceği saçmalığına inandırmıştır. “Hayvanların efendisi” veya “efendi ruh” adıyla üretip arkasına saklandığı “sahte varlıklar“a(cin-şeytanlara), insanlardan ve hayvanlardan kurbanlar verilmesi gerektiğine, o günün avcı insanını inandırmıştır. İnsan ve hayvan kemiklerine yeniden et giydirerek, canlandıracağını vadetmiş. Ölen insan ruhlarının, hayvan bedenine girebileceği (reankarnasyon) yalanı ile insanları kandırarak; kemikleri, bu korktukları efendileri(!) için biriktirmeye yönlendirmiştir.

Hayvanların ruhunun; burun, dudaklar ve uzun kemiklere yerleştiğini, yeniden dirilmenin mümkün olabilmesi için kafatasının ve uzun kemiklerin saklanması gerektiği şeytan palavrasını, dostlarına fısıldamıştır. Kendi gıdaları için, hayvan ve insan kemiklerini ve içindeki beyinle birlikte kafataslarını mağaralarda; bir “din ve inanç maskesi” altında kutsal törenlerle saklatmıştır. Mağaraların, “cin-şeytanlar“ın yaşam alanları olduğunu, kemiklerin de, cin-şeytanların katığı olduğunu Peygamberimizin sahih hadislerinden bilmekteyiz.

DEĞİŞEN DEĞERLER VE NEOLİTİK ÇAĞ

Tarımın keşfi ile başlayan Mezolitik ve Neolitik çağ, Paleolitik çağın değerlerinin değişmesine yol açmıştır. Hayvanlar dünyası ile dinsel nitelikteki ilişkilerin yerini, insan ve bitkiler arasında mistik dayanışma adı verilebilecek yeni bir anlayış almıştır.

İblis, dünyanın bazı coğrafyalarında, insanları; bitkiler ve meyvesi yenilebilir ağaçların yarı tanrı(!) bir genç kızın parçalanmış ve gömülmüş bedeninden oluştuğuna; bitkileri tüketmenin, tanrısallıkla beslenmek anlamına geldiğine inandırmıştır. Tarımsal faaliyetleri kutsamış, topraktan bol ve bereketli ürün elde edebilmek için çocuklardan ve genç kızlardan kurbanlar vermek gerektiğine, insanları inandırmıştır.

Tarımsal faaliyetlerdeki verimin düşmesi korkusu, insanları, dünyanın farklı bölgelerinde benzer kurban törenleri ihdas etme yoluna itmiştir. İnanç boyutundaki bu aldanma, daha sonraki dini ritüellerin; hayvan ve insan öldürmenin; bir anlamda yamyamlığın temeli olmuştur.

TARİH DEVİRLERİ: MÖ 3200 VE SONRASI

İblis'e çocuk kurban eden sapkın bir toplum, efendilerine çocuk sunuyor

İblis’e çocuk kurban eden sapkın bir toplum, efendilerine çocuk sunuyor.

Tarih öncesi dönemlerden MÖ 3.200 ile başlatılan tarih devirlerine; yani ilk çağlara geldiğimizde; Mezopotamya Sümer, Mısr, Babil, Asur, Maya, Aztekler, İnkalar, Fenike ve Romalılar’da İblis’in korku fısıltılarının daha da artarak; öldürme törenlerinin, katliamlara dönüştüğünü görmekteyiz.

Sümerler ve Babil‘de boğazlanacak canlının türü önemli değildir. Bu insan veya hayvan olabilir, mühim olan kanın akıtılmasıdır. En çok kan içeren organ olan karaciğer çıkartılarak; bir fal ve kehanet aracı olarak kullanılmıştır. Sümerlerde kurbanlar, tanrıların(!) besini olarak değerlendirilmiştir.

Asurlularda; hayvanı öldürerek tanrılara(!) sunmak gereklidir, yoksa tanrılar(!) insanın kendisini yer. Asur krallığının kuzeydeki önemli bir merkezi olan Harran‘da paganizminin ritüelleri, Abbasiler devrine kadar sürmüştür. Her yıl ağustos ayında düzenlenen korkunç insan katliamı, İbnu’n Nedim’in el-Fihristi’nde şöyle anlatılmıştır:
“Bugün de onlar, tanrılarına (!) yeni doğş bir erkek bebek boğazlarlar. Sonra onu kaynatırlar ve aromalı bitkilerle, yağla yoğurarak fırında pişirirler. Sonunda kemiklerden, organlardan arta kalanları tanrılara(!) sunu olarak yakarlar.”

Eski Mısır‘da; suyunun azalması korkusu ile Nil nehrine, insan kurban edilmesi çok yaygındır. Bunun yanı sıra hayvanlar da öldürülür. Boğazlanan hayvanın kanları, çevreye sürülür; bu kanın, tanrıların(!) hakkı olduğu ve tanrıları(!) doyurmaya yaradığı düşünülür.

Agni şeytani: Ateş tanrısıyım diye bir kısım Hintliler'i kandırıyor

“Agni şeytani”: Ateş tanrısıyım diye bir kısım Hintliler’i kandırıyor.

Hindistan’da; “cin-şeytanlar“ın insanları korkutmasının gerekçesi; tanrılara(!) sunulan kurbanların, ölenlerin ruhlarını kurtuluşa eriştirdiği düşüncesidir. İnsan veya hayvan kesilmediği takdirde, ölen kimseler, korkunç devlerin arasında ıstırap içinde kalırlar.

Kurban edilen hayvanların etlerinin iyi kısımları, tapınaklarda yakılır. Vedalardaki başlıca tanrılardan(!) “Agni” ateş tanrısıdır(!) ve kurbanları hep “Agni” yaktırır. “Vedizm“de ölü bedenler, tanrıların(!) besinidir. İran’daki “Zerdüşt” inancında; önce “deva” denilen ve kötülüklerin tanrısı(!) “Ehrimen“in yardımcısı olan “şeytanlar“a; onları yatıştırmak üzere kurbanlar kesilir. “Deva”ların, kesilen kurbanlardan çıkan buğu ile beslendiklerine inanılır. Ayrıca İran’daki “Mithras” inancında, bütün canlı varlıkların, kurban edilmiş bir boğanın kanından doğduğuna inanıldığından, ritüellerde boğalar öldürülmüştür.

Hititlerde; kurban ritüellerinde ilk ürünler, ilk meyveler, genç hayvan ve insanlar, tanrıları(!) yatıştırmak için onlara sunulur. Sunulan hayvanın veya insanın iyi durumda ve kusursuz olmaları istenir.

Fenike dininde de; insanlar, sunaklarda kesilmişlerdir. İlk ürün ya da ilk çocuk, gelecek yıl ürünün daha bereketli olması için tanrılara(!) kurban edilir. Savaşa giderken de zafer kazanmak için çocukların bu uydurma tanrılara(!) kurban olarak sunulduğu tespit edilmiştir.

Romalılarda da; kurban, en önemli tapınma eylemidir. Özellikle devlet törenlerinde kanlı ölüm seremonileri gerçekleştirilir. Öldürme işlemi yapılırken, bir yandan flüt çalınır ve tanrılar(!) için ayrılan; karaciğer, akciğer, yürek gibi özellikle kanlı parçalar, sunağın üzerinde kanlı bir şekilde yakılır.

Roma Senatosu MÖ 97 yılında yasaklayıncaya kadar, Roma İmparatorluğu’nda, insanlar da boğazlanmıştır. Romalılar, tanrılarının(!) hoşnutluğunu kazanmak, onları yatıştırmak için insan ve hayvanları kanlı törenlerle boğazlayarak uydurma tanrılara(!) sunmuşlardır.

Roma’da ayrıca, büyük tehlikelerin belirdiği zamanlarda “ver sacrum” adı verilen bir geleneğe göre, insan ve hayvanların, ilkbaharda doğan ilk yavrularının tanrılara(!) sunulması gerekir. Roma devlet dininden bağımsız, elit tabakanın ve aristokrasinin rağbet ettiği Mithras, Bacchus, Ceres, Cybele gibi gizli tarikatlardaki vahşi katliamlarla; çocuklar, sahte tanrılar(!) adına öldürülmüşlerdir. Bacchus tarikatının törenlerinde yenen etler, içilen kanlar; tanrı(!) Bacchus’un(Eski Yunan bağ ve şarap şeytanı) taraftarları aracılığıyla yeniden doğacağının simgesidir. Boğanın kanı ve üreme organları, yeniden doğumun, müritlere tanrısallığın ve ölümsüzlüğün kapılarını açtığı yalanını sembolize ediyor.

Cybele gizem tarikatının bir kurban törenini, Roma’lı edebiyatçı Prudentius şöyle anlatmaktadır:
“Derince bir çukur kazılır, görkemli ipek elbiseler giyen alnına bir bant, başına altın bir taç takan rahip çukura indirilir. Çukurun üstü delikli tahtalarla örülür, boğanın göğsüne ve boynuzlarına çiçekler, alnına parıltılı metal parçaları takılmıştır. Boğanın göğsü kutsal bir mızrakla deşilir ve sıcak kan dışarı buhar çıkararak fışkırır ve çukura akar. Çukurdaki rahip ilk önce başını akan kanın altına sokar, sonra elbisesini ve bedenini bu kanla yıkar. Yanaklarını, kulaklarını, dudaklarını ve burun deliklerini kana bular. Gözlerini bu kanla ovar, dilini ıslatır ve pıhtılaşan kanı içer. Bu seremoniden sonra rahip kanlar içinde dışarı çıkarılır. O artık yeniden doğmuştur, ölümsüzdür, tanrılaşmıştır(!) Ve artık kendisine tapılır.”

Maya, Aztek ve İnkalar gibi Güney Amerika toplumlarında insan boğazlamak ortak bir sapkınlıktır. Özellikle Aztekler‘in yılda 50.000’e yakın insanı kurban ettikleri kayıtlarda geçmektedir. Azteklerde; sadece Tenochtitlan baş tapınağı için yılda 20.000 insan öldürüldüğü tahmin edilmektedir. Kana doymak bilmeyen İblis’in, insan kalbine olan iştahını doyurabilmek için, görevi tapınağa taze kan sağlamak olan bir asker gurubu, daima hazır bulundurulmuştur. Aztekler, imparatorluğun uzak bölgelerinde kasıtlı olarak olaylar çıkartıp; sonra ordularını o bölgeye sürerek, boğazlamak üzere insanları esir almışlardır.

Hristiyan İspanyollar; Aztek tapınaklarına geldiklerinde binalardan yükselen korkunç kokuyu ve kalpleri çıkarılan insanların tapınak merdivenlerinden aşağıya atılmalarını görerek; derin şoklar yaşamışlarlardır. Ve tüm yerlilerin, şeytanın işbirlikçileri olduğunu düşünmüşlerdir. And bölgesinde Güneş ve Ay tanrısı(!) maskesi takan İblis‘e sunulmak üzere bölgenin bir numaralı tarımsal ürünü olan mısırın verimini arttırmak için kesilen insan ve hayvanların kanları tarlalara saçılır ve törene katılanlar da yüzlerini bu kanlarla boyarlar.

İnkaların, Coricancha adı verilen yaklaşık 4000 kişinin bulunduğu Güneş tapınaklarında; görkemli rahip ve kahinlerin dışında 1500 civarında zarafetleri, güzellikleri dikkate alınarak ülkenin çeşitli bölgelerinden toplanmış genç kızlar bulunur. Güneş bakireleri, denen bu kızlar yeni bir imparatorun tahta çıkması, salgın bir hastalık veya deprem gibi önemli olaylarda tanrıları(!) yatıştırmak için boğazlanarak öldürülür.

Asya ve Kuzey Amerika şamanları, medyumu oldukları “efendi ruh“(!) maskeli “cin-şeytanlar”dan ve onların oburluklarından yakınmışlardır. Sunulan etleri, birbirlerinden çalarak aralarında kavga ettiklerini, sürekli yiyecek peşinde koştuklarını ifade etmişlerdir. Bunlardan yakınan bir Buryat, şu şekilde haykırır:
“Domuzlar gibi oburlar, sonu gelmez bir şekilde et, alkol, süt, yağ gibi hediyeler isterler ve bunlarla birlikte saygı, övgü ve dalkavukluk beklerler.”

İblis‘in en önemli maskelerinden biri, Güneş tanrısı(!) yalanıdır. Bu maskeyi, tarih boyunca kullanmıştır. Timor takım adalarında “upulero” ismiyle Güneş tanrısı(!) olarak boy gösteren İblis; domuzlar ve köpekler kesilerek şöyle davet edilir:
“Ey efendimiz Güneş, aşağıya in domuz eti hazır dilimlendi, hediyeler doldu, şölen hazır buyur gel, kes iç ye!”

Yukarıda sıraladığımız örneklere çok sayıda tarihi, arkeolojik kayıtlar eklemek mümkündür. İlk çağlardan yakın çağlara ve günümüze doğru geldiğimizde, değişen fazla bir şey olmamıştır. Görünen sadece aynı oyunun farklı versiyonlarıdır. Hatta bazı ritüeller, aradan binlerce yıl geçmesine rağmen hala aynen devam ettirilmektedir.

Bugünün çarpıcı bir örneği de; Lusifer’in(İblis’in) kurdurduğu kabbalist örgüt masonluğun, günümüzdeki üst düzey yöneticileri masonların, binlerce yıldır efendileri “Yüce Mimar”(!) İblis‘e olan sadakatlerini göstermek için uyguladıkları “keçi boğazlama ve kanını içme” ritüelidir.

SONUÇ

Kendilerini ölmüş birçok meşhur kimseler(veya onların ruhları) olarak lanse eden ve bir insan formu arkasında saklanan şeytanlar. Eski devirlerde de put maskelerini kullanıyorlardı.

Kendilerini ölmüş birçok meşhur kimseler(veya onların ruhları) olarak lanse eden ve bir insan formu arkasında saklanan şeytanlar. Eski devirlerde de put maskelerini kullanıyorlardı.

Hak elçilerin ve Şeytan elçilerinin mücadele tarihidir. İnsanlık tarihindeki tüm sapkınlık ve kan içiciliğin arkasında; İblis ve onun köleleri vardır. Bu, dün de, bugün de böyledir; yarın da eşi- benzeri görülemeyecek boyutlarda böyle olacaktır. İblis‘in, insanoğlunu kandırmak için kullandığı “düşünce ve yöntemler” şekil değiştirse; çağın insanına göre daha kurnazca tasarlanmış olsa da; öz ve amaç olarak aynıdır: Kandırmak, yular takmak, saptırmak, çirkin iş ve eylemlere sürüklemek..

İnsanlığın sürüklendiği tüm süfli işlerin arkasında; elbette yeminli düşmanı; kadim plancı, intikamcı ve kan içici İblis vardır. Yeryüzündeki tüm çirkin işlerin; kan emmenin, vampirliğin, insanı insanlıktan çıkaracak tüm eylemlerin arkasında, elbette İblis ve ordusu vardır. Tüm kötülüğün-sapkınlığın, kan emiciliğin yazarı İblis’tir. Bu amaçlara hizmet edecek tüm senaryoların yazarı yine odur. Bütün bu çirkinlikleri yapan; yeminli düşmanının senaryolarında rol alan ve tuzağa düşen de elbette insandır.

Bugün sinema filmlerinin, çizgi filmlerin, televizyon dizilerinin, bilgisayar oyunlarının yazarları, senaristleri ve oyuncuları elbette insanlardır. Peki madem böyle, neden bütün bunlar, insanlığı dinamitleyen fitillerle dolu? Neden insan, kendisine düşmanlık ediyor? Kendi varlığını yok emeye çalışan ve ipleri düşmanının eline teslim etmiş bir varlık, akıl sahibi olabilir mi?

Bugün, tüm dünyada cinnet olayları; önemli bir boyut kazanmıştır. Çılgınca işlenen cinayetler, vampirleşme; yani şeytanlaşma özentileri, bol kanlı-sapkın görüntü ve haberler, artık günlük sıradan olaylar haline gelmemiş midir? Şeytana tapınma ayinleri ile şeytani tarikatlarda; hayvanların ve genç kızların boğazlanması, vampir dernekleri, ilkokul çağındaki çocukların bile bu şeytani işlere alet edilmesi; şeytanlaşma sürecinin dehşet veren boyutlarını göstermiyor mu? Şeytani güç kazanmak için, şeytanlara itaat ederek; çocuk boğazlayanlar, kan dökenler; kaliteli kiremit elde etmek için şeytan elçisi kahinlerin emriyle arkadaşlarının kanını akıtanlar; içinde şeytan vardır diyerek; bazı insanlar ya da papazlar tarafından öldürülen insanlar vs..

Allah‘ın alemlere rahmet olarak gönderdiği Son Elçisi ve onun getirdiği Kur’an‘la, insanlık son bir kere daha cehaletten kurtularak; aydınlığa kavuşmuştur. İnsanlığın bilim ve gelişiminin bu aşamasında; İblis’in, tarihteki “korkutma ve aldatma kaba yöntemleri”, artık geçerli değildir. Bu nedenledir ki; şeytani güçler, yeni sofistike hilelere başvurmakta; “yeryüzünde fitnenin devamı ve kanın akması” için daha sofistike planlar yapmaktadırlar.

İnsanlık, Rabb’inden gelen aydınlanmayla nurlandıkça; İblis‘in hilelerini görmüş; onunla ve hizbiyle mücadele edebilmiştir. Bu aydınlıktan uzaklaştıkça; şeytani karanlık oyunlara karşı körleşmiş; düşmanını ve onun yöntemlerini algılıyamaz hale gelmiştir. Böylece bu karanlık güçlerde, insanları avlamak için oltalarını ve torlarını kolayca insanlığa salmışlardır. İnsanoğlu, maalesef tarihsel hatasını tekrar ederek; “Hak Uyarılar”a gözlerini ve kulaklarını kapatmış; İblis‘in ve şeytanlarının tuzağına çoktan düşmüştür.

Bunca ibretli olaylardan ve tarihten ders alamayanların; tüm evrenlerin “Rabb’i Olan Sonsuz Güç ve Rahmet Sahibi”nin uyarılarına kulak tıkayanların; hatta O’na düşmanlık edenlerin ne geleceği, ne de sığınacağı yer yoktur.

İçerik Etiketleri:İblisKaynakŞeytani AyinlerTeknolojiVampir


İlginizi çekebilir.

Cover Image for İnsanlık Tarihi: Nuh Tufanı ve Lemurya Bağlantısı

İnsanlık Tarihi: Nuh Tufanı ve Lemurya Bağlantısı

İnsanlık tarihi, bilindiği gibi Adem‘in yeryüzüne gönderilmesiyle başlamıştır. İlk insan ve ilk peygamber Adem, kendisine saygı gösterilmesi emrini tereddütle karşılayan Azazel‘in tuzağına düşmüş ve cennetten çıkarılmıştır. Böylece Adem ve Havva, tek yeşil gezegen olan Dünya’da; cinlerle ve Sonsuz Yüce’nin lanetiyle iblisleşen Azazel’le birlikte yaşamaya başlamıştır. Dünya’da çok uzun zamandan beri İblis‘in de mensubu bulunduğu cinler yaşamaktaydı. Cinlerin ne zaman yaratıldığını ve Dünya’dan önce nerelerde; hangi gezegenlerde yaşadıklarını bilmiyoruz. Ancak […]

xtechnology_logo
X Technology
Cover Image for TEKNO SAPIENS: Türümüzün son kartı

TEKNO SAPIENS: Türümüzün son kartı

in the begin there was man and for a Time it was good then Man made the Machine in his own likeness thus did Man become the architect of his own demise but for a Time it was good Matrix serisinin spin-off’u olan animatrix serisinde makinelerin yönettiği bir dünyaya nasıl gelindi bu süreçte neler yaşandı […]

xtechnology_logo
X Technology
kitap
resim
Ahmet İnanç KOCA - Founder and CEO of  XTechnology
Ahmet İnanç KOCA
XTechnology Yöneticisi, Yazılım GeliştiriciGeleceği kodlamaktan zevk alan bir yazılımcı

Hatalarımızdan kazanın

Mükemmel bir iş yoktur, sadece çok sayıda denenmiş girişim vardır.

XTechnology`i`nin kurucusu Ahmet İnanç KOCA`ı`dan Yanlız Başına Mücadele Edenler Rehberi”—adlı itaatkar olmak yerine büyük hayaller kurmayı tercih eden idealpereset ama tek başına savaşan girişimciler için bir manifesto olan bu kitabımızdan çok şey öğreneceksiniz.
Daha fazlası burada...

resim